(durun bırakıp gitmeyin beni o kadar derinlere!)
Katlanmış kâğıtlardan ve dokunulmuş tuşlardan kuşlar uçuşuyor gözbebeklerinde. Ve bulutların daha pembe daha derin maviye çalıyor bu gece deniz ayakuçlarına serilmişçesine. Bahçesinde düşlerinden bir türlü inemediğin salıncak kurduğumuz bir ev, vazonda her daim solmayan bir gül olacak. Külkedisi, pamuk pren(ses)im, kınalı yapıncak
teni gözyaşımla ıslanmış bir bez bebek ana kuzusu, ev kızı, aileden tatlı bir yumurcak: verdiğimiz emek... Hayal gemisinde düşler kuruyor külkedisinden pren(ses)ler eteklerinde doğu roma, bir ötesinde persler kelime avcısı, zaman yolcusu; gözlerinde bir adam meçhule gider ve gelir ellerimde kulakları çınlatan iniltiler, sesler. Oturup insan yapmalı şiirlerden el birlikte, omuz omuza, hep beraber marifet nefese ses katabilmekse eğer kurt düşürmeden kelebek olabilmek, hüner Ayrılık çok ağırdır. Hani demirden leblebi bildim evet, bu kadar özlermiş leb-lebi Susuz çöller gibi kurumuşken, içim-de su seninle mutluluk biraz hüzün, biraz da bu. Eğrisi, doğrusu her şey an'dan içimizde bilinmezlerin kurgusu kurşun ve kan gibi koparırmış zamandan yaralı yüreğime akan gözlerinin buğusu buluttum, umuttum, akar su idim dindim. görmezdim gördüm, bilmezdim, seni bildim: uçmaya kararsız ve kanatsız bir melektin sen kurt olmadan göklere özenmiş kelebektin sen Velhasıl kelam; evvel zaman içinde bir varmış sen, bir de müsadenle var olayım ben ve kalbur saman içinde bir yokmuş tüm evren...